19 Kasım 2014 Çarşamba

31 Ekim - Öne Çıkan Response: [District 9]

Jenay
Filmde hayatta kalan uzaylıların Güney Afrika’ya gelip, burada ekipler tarafından mülteci kampına yerleştirilmeleri ele alınıyor. Uzaylıların yıllar sonra yerli halkın isyan etmesiyle başka bir kampa tahliye edilmeleri sırasında, ekipten Wikusvan der Merwe’ninenfeksiyon kapmasıyla uzaylıya dönüşümü başlar. Otoritelerce üzerinde deney yapılmak istenen kahramanımız kaçmayı başarır ve tüm dünya medyanın yanlı haberleri sonuncunda yeni ‘ötekiyi’ bulmaya çalışır. Uzaylıların mülteci kampına saklanan Wikus, hala ‘öteki’ olarak nitelendirdiği uzaylılarla ortak çıkarlara dayalı bir dostluk geliştirir ve istemese de artık onlardan olduğunu kabullenir. 

Bana göre filmin en ilginç noktalarından biri öteki olarak görülenlerin aslında birer ‘böcekten’ fazla olmaması. Filmin başında belki de görüntülerden rahatsızlık duyuyorken, sonlarına doğru uzaylılara bizden biri olarak bakabiliyoruz. Ana karakterimizin de filmin başından beri uzaylılara karşı davranışlarında gelgitler yaşadığını fark ediyoruz. Ancak dönüşümü ilerledikçe karşılıklı dostluk ilişkileri göze çarpıyor. Diğer uzaylıların da başlarda düşman olarak gördüğü ana karakteri kurtarması hangi gezegenden olursa olsun bireyin kendi türünü/ırkını koruduğunu gösteriyor. 

Yerli halktan birinin söylediği “Başka bir ülkeden olsalar tamam ama gezegenimizden bile değiller.” sözü ise ayrımcılığın sınırı olmadığını gösteriyor bence. Bu sözün bir alt kademesi “başka şehirden olsalar neyse ama ülkemizden bile değiller.” olabilir mesela, bugünlerde ülkede istenmeyen Suriye halkı gibi. Yıllar boyunca ırkçılığa maruz kalmış bir bireyin böyle bir söylemde bulunması yani alenen ayrımcılık yapması da dikkat çeken bir başka nokta. 

Konunun Güney Afrika’da geçmesi, akıllara azınlık beyaz nüfusun diğer kökenlerden olan insanlara yaptığı ayrımcılığı getiriyor. Ayrımcılık demenin hafif kalacağı, kırk yılı aşkın süre boyunca uygulanmış ‘apartheid sistemi’ azınlıkta bulunan beyazları tüm ırklardan üstün tutmuştur. Farklı ırklardan bireylerin evlenmesini yasaklamakla kalmayan sistem, okullarını, işlerini, gidebilecekleri yerleri kısıtlamış ve süreç boyunca bu tarz sayısız yasa çıkarmıştır. Bu yasalar hiç şüphesiz ki insan haklarını hiçe saymıştır. Bir hayli azınlıkta bulunan beyaz insan sayısına rağmen, ülke genelinde beyaz insan üstünlüğünü sağlamıştır. 

Filmin çekildiği mülteci kampının ve barakaların gerçek olduğu, sistemin geçerli olduğu tarihlerde siyah renkli bireylerin yaşadığı kamp olduğu bilinmektedir. Yani filmde aslında uzaylıların bir metafordan ibaret olduğunu, filmin izlerken ki gerçekçiliğinin hikâyenin zaten gerçek olmasından kaynaklandığını çıkarmanın çok da yanlış olmayacağını düşünüyorum.Apartheid sistemi ancak 1994 yılında son bulabilmiştir.Ancak bu kadar ağır yasalar dâhilinde olmasa da dünyanın birçok yerinde bu ayrımcılığı görmek mümkün. İsrail-Filistin bu konuya gösterilecek iyi bir örnek olabilir. Bir dönem medyada gündeme gelmiş bir olay olan Filistinlilerin İsraillilerle aynı otobüse binmesinin yasaklanması günümüz ayrımcılığının en somut örneklerinden biri olarak görülebilir. 

Tartışma Sorusu: 

-Yıllarca azınlık olarak ezilenlerin, yeni türeyen azınlıklara davranışlarını nasıl yorumlayabiliriz ? Maruz kaldıkları davranışlar onların şu anki davranışlarıyla çelişmez mi ? 


Kevser
Filmde, 20 yıldır bozuk hâlde Güney Afrika’daki Johannesburg semalarında asılı duran bir uzay gemisinin yolcuları (uzaylılar) “District 9” olarak adlandırılan etrafı çitlerle çevrili izole bir bölgede zorunlu bir mülteci hayatı yaşıyorlar. Bu uzaylılar klasik uzaylı filmlerinden alışık olduğumuz, haklarında çeşitli paranoyalar kurduğumuz; dünyayı işgal eden, dünyaya saldıran canlılar değil. Tam aksine sefalet içinde yaşayan, yardıma muhtaç olan uzaylıları seyrediyoruz. Bu yönü filmi bir uzaylı filmi olmaktan çıkarıp içerisinde birçok sosyolojik alt metin barındıran bir film yapıyor; mülteci sorununa, insanoğlunun kendisinden daha zayıf ya da farklı olana üstünlük kurma ve ayrıştırma, ötekileştirme güdüsüne değiniliyor. 

Filmde dikkatimi çeken temel konular şunlar; kendisi de ayrımcılığa uğrayan bir grubun da bir başka gruba ayrımcılık yapabileceği, farklı olana tahammülsüzlük ve empati kuramama, medyanın kitleler üzerinde algı yönetimde etkili bir araç oluşu ve bireyin faydasını değil de kendi çıkarlarını, faydalarını önceleyen devlet aklının doğurduğu terör gibi konular oldu. 

Uçan dairenin dünyada indiği yerin seçimi tesadüfi değil. Güney Afrika’daki 1964 yılına kadar devam eden Apartheid rejime gönderme yapılmış. Ten renkleri farklı olduğu için ayrımcılığa uğrayan, hak ve özgürlükleri ihlal edilen insanların bulunduğu bir coğrafyaya bir de uzaylılar geliyor. Beyazların siyahlar için kullandığı ırkçı söylemlerin çok benzerlerini siyahların da uzaylılar için kullandıklarını görüyoruz (“Başka ülkelerden olsalar tamam da bu gezegenden bile değiller.” diyen siyahî kadın). Kendisi de ayrımcılığa, zulme uğrayan bir grubun kendisinden daha zayıf olan bir başka gruba üstünlük kurduğunda yapabileceklerini görüyoruz. Bunu, tarihleri boyunca sürekli sürgüne maruz kalan İsrailoğulları ve günümüzde aynı tehcir ve zulüm politikalarını Filistinliler üzerinde uygulayan İsrail ile ilişkilendirebiliriz. 

Filmde dikkatimi çeken bir diğer konu da şu ki; iktidar grupların medyayı kamuoyu algılarını etkileyip yön vermede ideolojik bir araç olarak kullanmadaki başarıları. Hak ve özgürlüklerden, demokrasiden sık sık dem vuran bazı devletlerin, kurumların ve insanların ikiyüzlülüğü de belirgin şekilde göze çarpıyor. Tıp ki gerçekte de olduğu gibi… İnsan haklarından ve onurundan sıkça bahsederek, hakları ve özgürlükleri önemsenmeyen gruplara güya insanca davranıldığı algısı oluşturularak, bu gruplara yapılan müdahaleleri ve idarecileri kamuoyunun gözünde normalleştirme ve meşrulaştırmada önemli bir rol oynuyor medya. Bugün insan haklarını koruma adına kurulmuş bazı kuruluşların Asya ve Afrika’da yaptıkları yardımların, orada yaşayan insanların haklarını çok da önemsediklerinin kanıtı olmadığını buna örnek olarak verebiliriz. Ayrıca devletlerin kendi çıkarlarını önceleyen politikaları ve derin devlet uygulamalarının sonucunda hakları ihlal edilen grupların kendilerini korumak ya da herhangi başka bir sebeple silahlanmaları durumunda azılı suçlu, terörist olarak ilan edildiklerini de görüyoruz. Devlet tarafından işlenen suçların radikal grupların doğmasına sebep olabileceğini güzel bir şekilde işlemiş film. 

Tartışma Konusu: Devletin ulaşmak istediği amaç veya hedef için ilgili grubu kendine düşmanlaştırarak o gruba müdahaleyi meşru hâle getirmesi meselesi 


Tuğba 
Belirli sebeplerden dolayı evlerine dönme imkanı olmayan canlıların geldikleri yeni yerde kalmak zorunda olmasıyla başlayan süreçte oluşan bu kenar mahalledeki yaşam, diğer canlılar ile ilişkiler ve oradaki dışlanma anlatılıyor. Filmde uzaylı olarak yansıtılan karakterlere canlılar diyerek hitap etmek istiyorum. Çünkü kullanılan uzaylı sıfatı bir maske niteliği taşıyor. Anlatılan topluluk herhangi bir yerde yaşayan ve böyle sorunlara maruz kalmış herhangi bir canlı kümesini yansıtıyor olabilir. Zincirleme olay örgüsü içinde farklı bölgelerdeki insanların görüşleri alınarak gerçekçilik katılıyor. Sadece o bölgeye önceden yerleşen canlıların yani insanların görüşlerine yer verilip oraya yerleşmek zorunda kalan canlıların düşüncelerine yer verilmemesi büyük bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Evlerine dönemeyen canlılar çalışmayan gemilerinin hemen altında kurulan geçici bir kampa yerleştiriliyor. Yaşam ve yaşayış şekilleri ile tellerle çevrili bir kenar mahalle oluşuyor. Dışarıdan gelen tepkilerin büyümesi ile sadece tek bir tarafın görüşlerine önem veren devlet mekanizması daha önce 9.bölgede barınma imkanı verdiği canlılara tahliye kararı çıkararak evlerinden ediyor.Bu bölgedeki canlılar her kenar mahallede rastlanan yeterince beslenmemiş, sağlıksız ve başıboş özellikleri ile tanımlanıyor. Evinden tahliye edilmek zorunda kalan canlının sadece fiziksel tepkisine yer verilen filmde onların düşüncelerini de duymak isterdim bu durum büyük bir boşluk yaratıyor. Ve olaya sadece düşüncelerine yer verilen canlı türünün gözünden bakılmasını zorunlu kılıyor. Diğer topluklardaki her birey tarafından dışlanmış bir grup anlatıyor. Elbet bazı kişilerin de burada dışlananları korumak için birşeyler yapacağını herkesin ayni fikirde olmayacağını düşünüyorum. 

Güney komşumuz Suriye'de yaşanan iç savaştan kaçan Suriyelilere barınma ve koruma imkanı sunan ülkemizde de bazı yaşananlar bu filmdeki olaylarla örtüşüyor. Evlerine dönemeyen ve kendilerine gösterilen yerde yaşamaya çalışan bireyler olarak filmdeki topluluk ile benzer özelliklere sahipler.Yerli halkı dışarıdan gelen canlıları aralarına almak istemiyor.Suç oranının artacağından tansiyonun yükseleceğinden endişeleniyorlar. Yerli insanlar ayaklanarak yeni gelenleri istemediler ve sokaklara dökülerek fiziksel müdahalede bulunmaya kalktılar tıpkı filmdeki gibi.Fark olarak ülkemizde bu durum çok ciddi boyutlara ulaşmadı, filmdeki gibi çok ciddi bir dışlanma söz konusu değil Suriyeliler giremez yazılı bir levha oluşturulup asılması gibi.Devlet tavır olarak da filme göre daha ılıman yaklaşılıyor. 9.bölgeden tahliye edilme süreci, kentsel dönüşüm adına Sulukule, Tarlabaşı, Samsun 200 Evler gibi kenar mahalledeki tahliye süreçleri ile ilişkilendirilebilir. Filmdeki gibi insanlardan zorla veya farkında olmadan evden çıkmaları için kontrat imzalatılıyor. Evlerinden ayrılmak istemeyen insanlar fiziksel zorluk çıkarıyorlar. Gerçekçi temellere dayanan filmde 1970 yılında uzaylıların yaşadığı barakalarda gerçek insanlar yaşamakta. 60.000 kişi zorla göç ettiriliyor. Filmin yönetmeni ve senaristi olan Neill Blomkamp bu olaydan esinlenerek filmi çekiyor. Filmde dikkat çeken şeylerden biri de oraya dışarıdan gelen insanların yerli halkın özelliklerini almaya başlaması, giderek oradaki kendi benliklerini kaybetmeleri.Filmin başında kıyafet denebilecek bir kumaş parçası dahi giymeyen canlılar bir yirmi yıl orada yaşayıp tahliye edilirken üzerlerinde kıyafete benzer şeyler giyiyorlar. Köpek dövüşü horoz dövüşü gibi akrep dövüşünü oranın halkıyla izliyorlar.Bu durumda o grubun gittikçe içinde olduğu topluma katılmak için mi çaba harcıyorlar yoksa istemeden mi kendi özelliklerini yitiriyorlar sorusunu düşündürüyor. 


Tartışma sorusu: Kenar mahallede yaşayan insanlara diğerleri neden bir lakap takılma gereksimini duyuyorlar? 


Zehra
District 9 filmi, geçmişte yaşanan ve günümüzde hala yaşanmakta olan ayrımcılık türlerinden toplumsal ayrımcılığı birçok yönüyle ele almıştır. Başlangıçta kimse filme konu olan bu bölgenin tam olarak ne olduğunu bilmiyor ve insanlar burada birçok sır olduğunu düşünüyor. District 9 ve uzaylılar tarif edilirken farklı statülerde birçok insanın görüşü alınıyor. Bu insanlar arasında muhabir, sosyolog, mühendis, doktor, polis memuru ve halktan bir kaç kişi bulunuyor. Hepsi ön yargılarla anlatmaya başlıyor District 9’ı ve şikayetleriyle devam ediyor film. Beslenme biçimleri, sağlık durumları, hayattan beklentileri, koruma ve statü sağlama istekleri, marka takıntıları, ikaz/işaret ve kendi ifadeleriyle uzaylıların bulundukları bölgeye ait olmadıklarından bile şikayet ediyorlar. Üstüne bir de ‘karides’ e benzediklerini düşünüp, bunu ‘leş yiyen çöpçü hayvan’ açıklamalarıyla daha da çirkin hale getiriyorlar. 

Halkın giderek artan isyanı ve uzaylılara karşı kötü tutumlarına ancak 20 yıl dayanabilen devlet, sonunda bu bölgenin şehirin dışına taşınıp polis kontrolü altına alınması için düğmeye basıyor. 9 Eylül 2010'da MNU'nin saha operasyon şefi Wikus van de Merwe artık 1.8 milyona ulaşmış olan ve kontrolü zorlaşan bölgeyi tahliye ile görevlendirilerek kapı kapı emirleri imzalatmaya çalışıyor. Ve bu görev sırasında vücuduna yayılan bir zehir ile bir uzaylıya dönüşmeye başlıyor. Bu dönüşümden önce halktan birinin, ‘’Uzaylılara seçici bir virüs bulaştıralım, gitsinler, nereye bilmiyorum ama gitsinler.’’ ifadeleri bir insanın hayatının onun aşşağıladığı horgördüğü bir şekle dönüşmesini çarpıcı yönleriyle ele alıyor. Ve tamamen uzaylı olduktan sonra insanken içinde bulunduğu konumu ve durumu kolayca unutup savaş açtığı canlılarla aynı şekilde davranmaya başladığını gösteriyor. 

Ve anladım ki; insanlar bilmedikleri şeylerden korkar ve onlara karşı gereksiz bir ön yargı içinde bulunurlar. İşte tam da bu noktada insan eğer korktuğu, sakındığı şeyi bilseydi nasıl davranırdı diye durup düşünmeden edemiyorum. Şartları her ne kadar göründüğünden ibaret sanılsa da aynı dışlanmayı yaşamadıkça aynı hayata sahip olmadıkça asla anlayamayacağız ayrımcılık uyguladığımız kesimin içinde bulunduğu durumu ve asla anlam veremeyeceğiz yaptıkları davranışlara. 

Küçük bir araştırmayla rastladığım bir haber. ‘’District 9’ın Johannesburg’un bir banliyölerinden olan ve “Apartheid” olarak anılan etnik ayrımcılık yıllarının mirası olarak görülen Soweto’da geçiyor olması, filmin şehrin gerçek tarihi ile kurduğu bağları da güçlendiriyor. İnsanların doldurulmuş bir bataklık arazisi üzerinde ve barakalarda yaşadığı Soweto, filmin senaryosu ile gerçeklik temelli bir bağ daha kurmasını sağlıyor. Çünkü mahallenin sakinleri, film ekibinin çekime geldiği aralıkta devlet görevlileri tarafından şehrin 20 kilometre uzağındaki sübvanse konutlara taşınıyor. Ekip Johannesburg’a geldiği sırada yıkılan barakalar, film için satın alınıyor, etrafı dikenli tellerle çevriliyor ve tam olarak istenen kontrollü çevre yaratılmış oluyor.’’ 

(http://www.mimarizm.com/kentintozu/Makale.aspx?id=1197&sid=1191)Her ne kadar film olarak görünse de çekildiği alan bile gerçek olan bu esere konu olan ayrımcılığın olduğunu gözardı etmek mümkün değil. 

Tartışma Sorusu: Film bilim kurgu bile olsa ayrımcılık uygulanan kesimin görsel olarak bu kadar korkunç/itici/çirkin(aslında bu da bir ayrımcılık!) yansıtılması dahi filmin amacıyla (yaşanılan ayrımcılığı saf haliyle perdeye taşıyıp ayrımcılık yapanlara eleştirel bir mesaj gönderme) çelişmiyor mu?


Vahit
Film, özellikle ilk yarısında neredeyse her sahnede bir çok metafor kullanarak "öteki" kimdir? "ötekileyen" kimdir, bu ötekileş-tir-me süreci nasıl bir süreçtir, taraflar arası empati yapılabilir mi? gibi soruları, yarattığı "sanki gerçek bir olayın belgeseliymiş" havası sayesinde izleyeni içine alarak cevaplamaya çalışıyor. Uzaylıların sığınma hakkını savunan insanlar, onların gitmesi gerektiği düşünen tutucu tipler, şu an Türkiye'de Suriyeli sığınmacılar konusunda ne konuşuluyorsa hemen hepsi mevcut. Tüm bunlar sayesinde Johannesburg'u Gaziantep, uzaylıları suriyeli sığınmacılar, dünyalıları da gaziantepliler gibi görerek izlemek gayet mümkün oldu. Ama çoğu ABD yapımı film gibi bütün bunların yapılışında bir çok soru işareti de mevcut. Bu soru işaretleri ve dikkatimi çeken başka şeyler şöyle:

- Ötekileştirilmiş insanları anlamamız için illa önce onlara bir acımamız mı gerekli?
Kötüleri temsil eden albayın tavırları. Bir uzaylının kedi maması sırasında masum masum "haftaya öderim" dedikten sonra kedi maması satıcısı insan tarafından terslenmesi. Uzaylı çocuğun tatlı halleri.. gibi bir çok örnekle filmde "öteki-öteleyen" ayrımı "iyi-kötü" ayrımından temellendiriliyor. 

- Her "Öteki" gibi bu uzaylılar da hırsızdır damgası..
Hırsızlık, ayrıştırılmış mahalledeki uzaylıların karşı koyamadıkları genetik bir özellik olarak sunuluyor. Ya da burda film tamamen ironi yaparak "Medya ötekiler için böyle der, inanmayın" da demek istemiş olabilir.

Bunların yanısıra filmin daha başlarında geçen bir sahnede, alttan alta "bizim öteki, uzaylı ötekiden iyidir" tadında bir tavır hissediliyor. Bu durum nöbetleşe yoksulluk kıvamında bir şey gibi geldi bana.

- Nöbetleşe Ötekilik
Filmin başlarında zenci mahallesiyle bu uzaylı durumları hakkında röportaja gidiliyor ve arabada zenciyle beyaz arasında "we are same mann. we are not fucking same" muhabbeti dönüyor. Bu ayrıntıda beyaz adam zenciye " tamam şu an senden daha ötekiler olduğu için sıranı savdın ama o kadar da değil " tavrını takınıyor. Ve röportajda -aslında yine başka bir ayrıştırılmış alanda yaşayan- zenciler, uzaylılar hakkında "burdan defolup gitsinler" diyecek kadar öteki olma sırasını savmış artık başka bir grubu ötekileştiren bir profil sergiliyorlar.

Son olarak, film keşke sonlara doğru gittikçe iyice aksiyona bağlayıp holivut filmi olma işini, merwe'nin christopher'a "sen devam edebilirisin beni bırak kendini kurtar" geyiğini yapacak kadar abartmasaydı diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder