26 Eylül 2014 Cuma

Örnek Response Paper

26 Eylül dersi için hazırladığınız response paper'lar içinden en başarılı bulduğum üç çalışmayı örnek olabilir düşüncesiyle aşağıya koyuyorum (derste konuşuruz ama yazıların büyük bir bölümünü başarılı buldum). Bu makaleleri öne çıkaran şey okudukları metne kattıkları öznel yorumlar, makale ile kurdukları etkileşim... Kişisel olarak bu 3 çalışma içinde yazı dili olarak bana en sıcak gelen Vahit'inki oldu (mektedir, maktadır yerine yor, yoruz gibi kalıplar kullandığı için).


Smith, P., 2014. The Mietskaserne Should Be Berlin’s Next Export to the World.Sustainable Cities Collective (berkay)

Makale herkesin anlayabileceği yalın bir dil kullanarak, emlak piyasası ve kira fiyatlarındaki dalgalanmalar ve bunların toplumsal nedenleri üzerinden, New York ve Berlin’in kıyaslamasını yapmaktadır. Kent plancılığının şehirlerin geleceği, kimliği, hatta toplumsal algılar ve sosyo-kültürel uyumun devamlılığı açısından ne denli önemli bir misyon taşıdığını; Hobrecht Planı örneğiyle oldukça ikna edici bir biçimde anlatmaktadır.

Ekonomik ayrışmanın kentsel yerleşim alanları ile belirginleşmesi, bunun sonucunda küçük ölçekli mahallelerden büyük ölçekli mega-kentlere kadar çok geniş bir skaladaki yerleşim alanlarının bu ayrışmanın unsurları haline gelmeye başlaması ve toplumsal bütünlüğün bu araçlarla giderek yok olarak, sınıfsal uçurumu arttırmasıyla ilgili New York örneğini veren makale, buna karşın homojenize olmuş sınıfsal yerleşim alanları yerine kentin bütününe yakınında sınıfsal olarak heterojen bir yapıya sahip Berlin örneğini vermektedir.

Makalede eksik gördüğüm ve okuma sonrası aklımda soru olarak kalan şeyler ise Hobrecht Planı öncesi Berlin’in kentsel yerleşiminin durumu neydi, New York veya diğer büyük Avrupa ve Amerika şehirleri ile ne kadar benzerlik göstermekteydi; bu planın dışında, planı takiben, hangi sosyo-kültürel ve ekonomik adımlar ile bu plan desteklenmekteydi; günümüz şehirlerinde aynı stratejilerle yapılan planlama çalışmaları ile Berlin örneğinde gördüğümüz sonuçları elde etmek mümkün müdür?

Kent planlama olgusunun uzun vadede ne kadar önemli olduğunu basit bir şekilde anlatan bu makaleyi okuduktan sonra kentsel ayrışmanın gerekliliği ve belirginliği hakkındaki fikirlerim oldukça değişse de, günümüzde böylesine bir ütopyanın yeniden yaratılabileceği ihtimaline olan inancım ne yazık ki güçlenmemiştir. 

Akkan, B.E., Deniz, M.B. & Ertan, M., 2011. Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri (vahit) 

Bu makale Roman vatandaşların yaşadığı sosyal dışlanmayı, bu dışlanmanın hangi sebeplerle ortaya çıktığını, neler yarattığını ve bu dışlanmanın mekânsal yansımalarının resmini belirgin bir şekilde çiziyor. Bu resimle birlikte somutlaşan ‘’Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri’’ ni, tüm boyutlarıyla okuyucuya başarılı bir şekilde aktarıyor. 

Bu aktarma çabasına sosyal dışlanmanın ne olduğu sorusuyla başlayıp, bunun mekânsal yansımasının nasıl olacağı sorusuyla devam eden makale, açıklamak istediği soruları, sahaya inerek o alanda yaşayan bireyler ve orada görev alan fakat oraya ait olmayan insanlarla görüşmelerin yanı sıra aynı konu hakkında daha önce yapılmış çalışmalar ve çıkarımlardan destek alarak açıklamaya çalışıyor. 

Makalede bir kısımda yer verilen Wacquant, sosyal dışlanmanın ve bu dışlanmanın doğurduğu mekânsal damgalanmanın o mekanda yaşayan insanlarda yaratacağı ‘’bu damgalanmış mekanlardan kurtulma’’ isteği sonucu, bireylerdeki birlikte hareket etme isteğini ortadan kaldırarak, onları bireysel bir şekilde düşünmeye iteceğini ve zaten toplumdan kopmuş olan bireyleri kendi dışlanmış mekandaşlarıyla da koparıp kendi başlarına bırakan yeni bir algı yaratacağını söylüyor. Ben bu yargının dünyanın her yerinde aynı şekilde geçerli olacağını düşünmüyorum. Wacquant’ın tam aksine Türkiye’de dışlanmış, damgalanmış mekanlarda yaşayan bireylerin kolektivite duygusundan olmak yerine, bu sosyal dışlanmışlıkla beraber daha da dayanışma içinde hareket ettiklerini, bir nevi bu dışlanmayı ve bunun getirdiği mekan sınırlarını, toplumun geriye kalan kısmına hodri meydan dercesine kabul edip bu dışlanmış mekanlarda kendi dünyalarını kurduklarını düşünüyorum. Türkiye’de dışlanmış bireylerin birlikte hareket etme yetisinin, polis dahil olmak üzere o mekana ait olmayan bireyleri kendi yaşam alanlarına sokmayacak kadar gelişmiş olduğu ‘’damgalanmış’’ bölgeler olduğunu görebiliyoruz. 

Peki Wacquant’ın ortaya koyduğu bu ‘’dışlanmanın bireyleri kolektiviteden koparacağı, o mekandan kurtulmak adına bireyleri bireysel düşünmeye iteceği yargısı’’ neden Türkiye’de çalışmıyor? Bunun sebepleri eğer yine Türkiye’nin genel kültürel yapısıyla ilgili ise Türkiye’de bu tip gruplar dünyadaki diğer örneklere göre daha az kültürel kopma mı yaşamış demektir? Bu soruları tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. 

Erman, T., 2004. Gecekondu Çalışmalarında “Öteki” Olarak Gecekondulu Kurguları. European Journal of Turkish Studies, 1(June 2009), pp.1–20 (yasemin) 

“Gecekondu” kavramının zaman içinde nasıl anlamlandırıldığını anlatan, bunu sadece kulaktan dolma bilgilerle bilen insanlara da açıklamada bulunan, karşıt görüşleri içinde barındıran bir makale. Bu makaleyi okumadan önce sadece kentliler tarafından görülen kısmını biliyordum gecekondu mahallelerinde yaşayan insanların ancak durumun bir de kent-köy karmaşası içinde kalmış kısmı varmış ki asıl onu düşünmem gerektiğini okuyunca fark ettim. Çünkü sorun kentli olmaları ya da köylü yaşamaları değil, bu iki yaşamın ortasında kalmaları ve sürekli bir öteki konumunda olmaları. 

Makalede, gecekondu algısının zamanla nasıl değişimlere uğradığı, buralarda yaşayan insanların ne durumlarda ötekileştirildikleri, onların da aralarında farklılıkların olmasıyla ne duruma geldikleri ve aslında homojen olarak görüldüğünde ne tür farklılıkların ortaya çıkabileceği gibi sorulara cevap aranmıştır. 

Cevap aranan sorulara alıntılar yapılarak, tartışmalı, karşılaştırmalı bir şekilde cevaplar verilmiştir. Bu da okuyana her iki taraftan da düşünme kolaylığı sağlamıştır. 

Gecekondu ailesini “öteki” yapan kentle örtüşmeye çalışan ama köy alışkanlıklarından kurtulamayan aile yapısı mıdır yoksa kentlilerin onların bu çelişkisini kabullenemeyen tavırları mıdır? 

Kentte belli ayrışmalar olduğu aşikâr bir durum. Ancak yüzlerce hatta binlerce sınırlandırmanın ortasında kesişim grupları olması da doğal değil midir? Yani kentte yaşayıp, köylü zevklerine sahip olan bir aile “geri kalmış öteki” olmaya mahkûm mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder